Bmag Logo
Pernod Ricard Türkiye Hukuk, Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Zümrüt Yezdani Kedik: “Bizim projelerimizde hikayeyi kelimeler değil, eylemler anlatır”
Genel
14 dk okunma süresi

Oluşturma Tarihi: 25.10.2025 07:58

Güncelleme Tarihi: 06.12.2025 21:11

HELLO!

Pernod Ricard Türkiye Hukuk, Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Zümrüt Yezdani Kedik: “Bizim projelerimizde hikayeyi kelimeler değil, eylemler anlatır”

Global vizyon, yerel etki ilkesiyle sürdürülebilirliği iş listesinde ‘yapılması gereken’ bir madde olarak değil; uzun vadeli değer yaratma ve bunu kuşaktan kuşağa aktarabilme becerisi olarak gören pernod ricard Türkiye’nin son dönemde ses getiren projelerini ve ‘bodrum mandalini’nin ilham veren hikayesini Zümrüt Yezdani Kedik’ten dinledik.

RÖPORTAJ: GÖKÇE ATEŞ KANTARCI

FOTOĞRAF: PINAR GEDİKÖZER

SAÇ – MAKYAJ: TABOO GLAM STUDIO

Artık yaptığınız iş kadar, o işe kattığınız ruh ve vizyon da çok önemli. Rekabet kadar fark yaratmanın, etik yaklaşımların, bilinçli tüketimin ve geri vermenin daha da anlam kazandığı günümüzde, Pernod Ricard Türkiye de global vizyonunu yerel değerlere duyduğu derin saygıyla harmanlıyor. Sürdürülebilirliği yalnızca kurumsal bir sorumluluk değil, kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak gören ’Keyifli Anların Yaratıcısı’nın en son çalışmalarıyla ilgili tüm merak ettiklerimizi Zümrüt Yezdani Kedik’e sorduk.

HELLO!: Hukuk eğitiminin ardından kariyerinizin o ilk yıllarına dönecek olursak, her şey nasıl şekillendi? Pernod Ricard ile yollarınız nasıl kesişti?

Zümrüt Yezdani Kedik: Hukuk, çocukluğumdan beri içinde olduğum bir alandı. Annem de avukat olduğu ve çocukluğum onun hukuk bürosunda geçtiği için hukuka ve avukatlık mesleğine hep yakındım. Ancak avukatlığı yalnızca bir meslek değil, kişinin ve toplumun vicdanında yankı bulan, haksızlık karşısında sessiz kalmama biçimi olarak gördüm. Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra aslında özel sektörde ve işin dinamiğini daha fazla hissedebileceğim bir şirket bünyesinde çalışmak istediğimi fark ettim. Yıllar içerisinde farklı firmalarda hukuk müşavirliği görevlerimden sonra yaklaşık 14 yıl önce Pernod Ricard ile CEO’muz Selçuk Tümay’la yaptığım bir mülakat vesilesiyle tanıştım. Şirketin kültürü, enerjisi ve vizyonu beni çok etkiledi. Zaman içinde görev ve sorumluluklarım genişledi, hukukun yanı sıra kurumsal iletişim, dış ilişkiler ve sosyal sorumluluk konuları da benim görev alanıma girdi. Bugün dönüp baktığımda, kariyerimin bu kadar çok yönlü bir hal alması CEO’muz Selçuk Tümay’ın yıllar içerisinde bana güvenerek çeşitli alanlarda farklı sorumluluklar vermesiyle oldu diyebilirim.

HELLO!: Hem hukuk hem kurumsal iletişim kökenli bir yöneticisiniz. Bu iki disiplin sizin liderlik tarzınızı nasıl şekillendirdi?

Z. Y. Kedik: Hukuk bana sistematik düşünmeyi, riskleri önceden görmeyi ve tutarlılığı öğretti. Ancak hukukçu kimliğimi ve bakış açımı, kısıtlayıcı olarak görmek yanlış olur. Tam tersine, özellikle de içinde bulunduğumuz sektörde, hukuka son derece çözüm odaklı ve yaratıcı bir nosyon yüklenmesi gerekir; çünkü tüm pazarlama ve iletişim çalışmaları hukuk perspektifiyle şekilleniyor. Dolayısıyla bir proje bana geldiğinde olası riskler gözümün önünden geçiyor, aynı zamanda ekip arkadaşlarımla birlikte farklı çözümler geliştirme imkanı da buluyoruz. Şirket içinde tüm birimlerle yakın çalışmam gerektiği için ekip çalışması da en önem verdiğim konulardan biri. Kurumsal iletişim ise empati, hikaye anlatımının gücü ve insan odaklı yaklaşım konusunda beni şekillendirdi. İkisini birleştirdiğinizde hem stratejik hem de duygusal bir denge kurabiliyorsunuz. Ben liderlikte açık iletişime, güvene ve ortak akla inanıyorum; herkesin sesini duyurabildiği bir ortamın hem bireyleri hem kurumları ileri taşıdığına inanıyorum.

HELLO!: Pernod Ricard Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği birçok sürdürülebilirlik çalışması var ve aslında bunların hepsi aynı vizyonun farklı yüzleri. Bu projeler birbirini nasıl tamamlıyor?

Z. Y. Kedik: Pernod Ricard Türkiye için sürdürülebilirlik, tek bir başlık altında toplanan birkaç proje değil; sorumlu şirket vizyonu ile hareket ettiğimiz kurum kültürümüzün bir parçası. Global sürdürülebilirlik yol haritamız ‘Good Times from a Good Place’ dört ana başlıktan oluşuyor: Doğayı Korumak, İnsana Değer, Sorumlu Ev Sahipliği ve Geri Dönüşüm. Her bir çalışmamız, aynı vizyonun farklı bir yüzünü temsil ediyor. Türü tükenme tehdidi altında olan coğrafi işaretli Bodrum mandalinini yaşatmayı hedeflediğimiz ‘Bodrum Yeşili’ sosyal sorumluluk projemiz ile yerel üretimi ve kültürel mirası korurken; eğlence anlarında daha fazla su içilmesini teşvik ettiğimiz ‘Drink More Water’ projesiyle bireysel farkındalığı artırıyoruz. Bar dünyasına yönelik eğitim programımız ‘Geleceğin Bar Dünyası’ çatısı altında düzenlediğimiz Türkiye’nin ilk sürdürülebilir kokteyl yarışması ‘The Future Mix’ ile sektör profesyonellerine sürdürülebilir bar kültürünü benimsetirken, tüm çalışanlarımızın katıldığı ‘ResponsibAll Day’ gibi gönüllülük temelli kurum içi projelerle çalışanlarımızın sosyal etkisini güçlendiriyoruz. Tüm bu çalışmalar aslında aynı hedefe hizmet ediyor; daha bilinçli, daha duyarlı ve daha sorumlu bir gelecek inşa etmek.

HELLO!: Sürdürülebilirlik kavramı sizin için bir iletişim projesinden öte ne ifade ediyor?

Z. Y. Kedik: Sürdürülebilirlik bizim için bir iletişim stratejisinden öte; bulunduğumuz ülkeye, topluma, çevreye, dünyaya değer ve katkı sağlamak adına bir görev. Her kararımızda doğaya, topluma ve insana karşı sorumluluğumuzu gözetiyoruz. Bu, yalnızca yaptığımız projelerde değil; kurum kültürümüzde, liderlik anlayışımızda ve günlük işleyişimizde de kendini gösteren bir yaklaşım. En önem verdiğimiz şey yaptığımız işlerde sahici ve samimi olabilmek. Sürdürülebilirliği, iş listesinde ‘yapılması gereken’ bir madde olarak değil, uzun vadeli değer yaratma ve bunu kuşaktan kuşağa aktarabilme becerisi olarak görüyoruz.

HELLO!: Bu projelerden biri olan ‘Bodrum Yeşili’nin ilham kaynağı neydi?

Z. Y. Kedik: ‘Bodrum Yeşili’, doğaya ve yerel değerlere duyduğumuz saygının bir yansıması olarak doğdu. Bodrum mandalini, Bodrum’un ilk coğrafi işaretli ürünü. Ancak maalesef aşırı şehirleşme ve mandalina bahçelerinin azalması nedeniyle türü tükenme tehdidi altında. Bir neslin bu meyve ile okuduğunu, evlendiğini ve hayat kurduğunu düşünecek olursak; bu ürünün yok olması yalnızca bir meyvenin yok olması değil bir kültürel kimliğin kaybolması anlamına geliyor. İşte bizim için de ‘Bodrum Yeşili’nin ilham kaynağı, tam olarak bu kıymetli mirasa ve bir yaşam tarzına saygıdan doğmakta. Bu vizyonla ‘Bodrum Mandalin Hareketi’nin gönüllü çabalarıyla başlayan farkındalığı daha geniş bir etki alanına taşımak istedik ve ‘Bodrum Yeşili’ projesini başlattık. ‘Bodrum Yeşili’ projesiyle hem ‘Yeşil Bodrum Mandalini’nin korunmasını hem de ekonomik değerinin artırılmasını hedefliyoruz. Çünkü biz Bodrum’un kokusunu, ruhunu ve hafızasını geleceğe taşımak istiyoruz.

HELLO!: Proje, sadece çevreye değil, yerel üreticiye ve bölge ekonomisine de dokunuyor. Sizce sosyal sorumluluk projelerinde en önemli başarı ölçütü nedir?

Z. Y. Kedik: Bence bir sosyal sorumluluk projesinin en önemli başarı ölçütü, yarattığı kalıcı faydadır. Eğer bir proje yalnızca bir döneme değil, bir döngüye katkı sağlıyorsa; yani yerel üreticiyi güçlendiriyor, ekonomiye sürdürülebilir bir değer katıyor ve farkındalığı artırıyorsa, gerçek başarısından söz edebiliriz. Biz ‘Bodrum Yeşili’ ile hem toprağa hem insana hem de kültüre dokunan, bütüncül bir etki yaratmayı hedefledik. Projemizi sanat, gastronomi gibi alanlara da açtık. Sanıyoruz bu yüzden projemize yalnızca Bodrum mandalini üreticileri değil, yolu Bodrum’la kesişmiş ve Bodrum’a gönül vermiş herkes bir ucundan dokundu.

HELLO!: Yerel üreticiyle global marka arasında bir köprü kurmaktan bahsediyorsunuz. Bu köprüyü kurmak neden önemliydi?

Z. Y. Kedik: Global bir markanın en büyük gücü, yerel değerlerle kurduğu samimi bağdır. Biz de bu anlayışla, ‘Bodrum Yeşili’ projemizde yerel üreticiyle global vizyonumuz arasında bir köprü kurduk. Çünkü yerel üretici olmadan yerel bir sürdürülebilirlikten söz etmek mümkün değil. Bizim için bu köprü, tedarik zinciri bağlantısından öte kültürel devamlılığı da güvence altına alıyor. Tüm bunların yanı sıra ülkemiz için değer yaratmak ve ülkemizi global platformlarda en iyi şekilde temsil etmek, tüm Pernod Ricard Türkiye çalışanları olarak en gurur duyduğumuz husus.

HELLO!: Ayrıca projenin gastronomiden sanata uzanan çok boyutlu bir iletişimi var. Siz bu projeyi bir kültürel miras anlatısı olarak nasıl tanımlarsınız?

Z. Y. Kedik: ‘Yeşil Bodrum Mandalini’ bu coğrafyanın hikayesini, emeğini ve doğaya duyulan saygıyı simgeliyor. Biz bu hikayeyi gastronomiyle, sanatla ve yerel üretimle birleştiriyoruz. Sanatsız kalan her bir projenin eksik kalacağı düşüncesiyle, projemizin her bir aşamasında sanata dokunduk. 2025 Şubat ayında düzenlediğimiz ‘Bodrum Mandalini Zirvesi’nde ilk defa sergilenen ve ‘Bodrum Yeşili’ projemiz için özel olarak üretilen, dünyaca ünlü ressamımız, resmin şairi Devrim Erbil & Renk Erbil’in Bodrum’un ve Bodrum mandalininin renklerinden ilhamla hazırladığı ‘Bodrum’un Turuncu Düşleri’ isimli eseri bugün halen ofisimizin girişinde sergilenmekte. Bodrum mandalininin çiçek açtığı dönem olan mayıshaziran döneminde biz de projemizi sanatla buluşturduk; Art Melek iş birliği ile 10 sanatçımızın ‘Bodrum Mandalin Çiçeği’nden ve ‘Bodrum Yeşili’nden ilhamla tasarladığı ‘10 Kaftan 10 Sanatçı’ sergimizi Bodrum’da gerçekleştirdik. Bu kaftanlar Contemporary Istanbul 20. Edisyonu’nda da sergilendi ve İstanbul’daki sanatseverlerle buluştu. Bu sene projemizi bir de kampanya ile taçlandırdık. Tüm işletmeciler ve ilgili sektörleri ürünlerinde Bodrum mandalini kullanmaya davet ettiğimiz ‘Bir Dilim Bodrum Zamanı’ kampanyamızın lansmanının tanıtım kitapçığı baştan sona ressam ve heykeltıraş Doğu Çankaya’nın çizimleri ve kültür araştırmacısı ve sanatçı Dr. İpek Çankaya’nın metinleri ile ele alındı. Keza bu kampanyanın Bodrum’da mandalina ağaçları arasında gerçekleştirdiğimiz lansmanını dünyaca ünlü ressam ve heykeltıraşımız Hanefi Yeter’in hasat özelinde tasarladığı küpler süsledi. Amacımız, bu eşsiz mandalinin hikayesini hem Türkiye’de hem dünyada daha geniş kitlelere anlatmak, sanat da bunu yapabilmenin en mükemmel yollarından biri.

HELLO!: Mandalina bahçelerinden başlayan bu hikayenin ilerleyen dönemlerde nasıl büyümesini hedefliyorsunuz?

Z. Y. Kedik: ‘Bodrum Yeşili’ni bir sosyal etki modeli olarak büyütmeyi hedefliyoruz. Önümüzdeki dönemde özellikle de ‘Bir Dilim Bodrum Zamanı’ kampanyamız ile gastronomi dünyasıyla daha fazla iş birliği yaparak Bodrum mandalininin menülere ve ürünlere daha fazla entegre edilmesini teşvik etmeyi amaçlıyoruz. Aynı zamanda yerel üreticilerle birlikte çalışarak bahçelerin korunmasını, üretimin sürdürülebilir şekilde devam etmesini ve bölge ekonomisine katkının artmasını hedefliyoruz. Gastronominin yanı sıra Bodrum mandalininin kozmetik ve tasarım dünyasının da önemli bir parçası olabileceğine inanıyor ve projemizi ileride bu sektörlere de taşımayı istiyoruz. Bu yıl kampanya lansmanımızla birlikte yaptığımız çağrıyı yinelemek istiyorum: Bodrum başta olmak üzere ülke çapında tüm işletmeleri Bodrum mandalinini sahiplenmeye davet ediyoruz. Çünkü Bodrum’un bereketini korumak, hepimizin ortak sorumluluğu.

HELLO!: ‘Drink More Water’ kampanyasıyla bireyleri daha fazla su içmeye teşvik ederken, çevreye ve topluma yönelik bir farkındalık da yaratıyorsunuz. Bu fikir nasıl doğdu?

Z. Y. Kedik: ‘Drink More Water’ basit bir çağrının arkasında güçlü bir farkındalık taşıyor. Su, yaşamın kaynağı ama aynı zamanda sorumlu tüketimin de sembolü. ‘Drink More Water’, Pernod Ricard’ın global bir projesi ve şimdiye kadar bir milyonun üzerinde kişiye ulaştı. Biz de Pernod Ricard Türkiye olarak; bu projeyle eğlence anlarında daha fazla su içilmesini teşvik ettiğimiz bireylerin küçük bir davranış değişikliğinin bile büyük dönüşümler yaratabileceğine inanıyoruz.

HELLO!: ‘The Future Mix’ yarışmasıyla da bar dünyasında sürdürülebilirlik kültürünü yaygınlaştırmak için özel bir yaklaşım sunuyorsunuz. Bu yarışma sizce endüstride nasıl bir değişim başlattı?

Z. Y. Kedik: ‘The Future Mix’, aslında ‘The Bar World of Tomorrow’ eğitim programımızın bir açılımı. Birleşmiş Milletler’in eğitim platformu EducateAll aracılığıyla yürüttüğümüz bu proje, sektöre katkı sunmayı ve yıllardır edindiğimiz bilgi birikimini iş ortaklarımızla karşılıksız olarak paylaşmayı amaçlıyor. İşletme sahipleri ve sektör çalışanlarına yönelik olarak hazırladığımız eğitimde, sürdürülebilirlik ilkelerini bu dünyaya entegre etmeyi hedefliyoruz. Bu kapsamda düzenlediğimiz ‘The Future Mix’ ise endüstride sürdürülebilirliğin artık bir trend değil, bir gereklilik olduğunu hatırlatan bir inisiyatif. Türkiye’nin bu alanda ilk sürdürülebilir yarışması olan ‘The Future Mix’i önümüzdeki yıl altıncı kez gerçekleştireceğiz. Sektör çalışanlarını; coğrafi işaretli ürünler, doğaya saygılı teknikler ve sıfır atık prensipleri üzerine kurgulanan etaplarda buluşturuyoruz. Yarışma, sektörde çevre bilincine sahip yeni bir neslin yetişmesine öncülük ediyor. Artık ‘sürdürülebilirlik’ kavramı bir niş değil, bir standart haline geliyor.

HELLO!: Tüm bu projelerde ortak bir tema var: Daha bilinçli, sorumlu, paylaşımcı bir gelecek. Sizce sürdürülebilirlik artık nasıl bir toplumsal değer haline geldi?

Z. Y. Kedik: Sürdürülebilirlik artık sadece çevresel değil, toplumsal bir değer. Bugün insanlar bir markayı yalnızca ürettiği ürünlerle değil, savunduğu değerlerle tanımlıyor. Pernod Ricard da hem markalarımızın üretildiği İskoçya, İsveç, Küba gibi ülkelerdeki üretim evlerinde uyguladığı sürdürülebilir yaklaşımlarla hem de faaliyet gösterdiğimiz 160 ülkede yürüttüğü değer odaklı çalışmalarla daha bilinçli ve sorumlu bir gelecek için çalışıyor. Günümüzde paylaşım, duyarlılık ve saygı kültürünün yaygınlaşmasıyla bireylerin artık yalnızca tüketici değil, aktif birer katılımcı haline geldiğini görüyoruz. Bizim için sürdürülebilirlik hem ait olduğumuz topraklara bir teşekkür hem de geleceğe verdiğimiz bir söz niteliğinde.

HELLO!: Global bir markanın yerel değerlerle, kültürle, doğayla bu kadar bütünleşmesi çok etkileyici. Bu uyumu sağlamak için iletişimde hangi dili kuruyorsunuz?

Z. Y. Kedik: Bizim iletişim dilimizde samimiyet, saygı ve yerellik temel değerler. Global bir markayız ama Türkiye’de attığımız her adımı yerel kültüre duyduğumuz saygı belirliyor. ‘Bodrum Yeşili’nde olduğu gibi, ‘mandalina’ değil ‘mandalin’ diyoruz; çünkü bu kelimenin içinde yerel bir ruh var. Biz global bir markanın parçasıyız ama Türkiye’deki ekibimiz, bu ülkeyi en iyi şekilde temsil etmeye, yerel değerleri korumaya ve yüceltmeye adanmış bir ekip. Kültürel duyarlılığı dilde, görselde ve davranışta yansıtmadan gerçek bir bağ kuramayacağımıza inanıyoruz.

HELLO!: Pernod Ricard’ın ‘Respect – Saygı Duy’ ilkesi Türkiye’de nasıl bir somut etki yarattı?

Z. Y. Kedik: Sürdürülebilirlik vizyonumuz, beş temel ilkeyle şekilleniyor: 5R – Recycle (Geri Dönüştür), Reuse (Yeniden Kullan), Rethink (Yeniden Düşün), Reduce (Azalt) ve Respect (Saygı Duy). Bu beş ilkenin hepsi çok kıymetli ama özellikle ‘Saygı Duy’ ilkesi, tüm sürdürülebilirlik politikalarımızın temelinde yer alıyor. Yalnızca doğaya, insana, kültüre, farklı fikirlere ve üretime değil, aynı zamanda markalarımıza, müşterilerimize ve tüketicilerimize de duyuyoruz. CEO’muz Selçuk Tümay’ın da her zaman vurguladığı üzere, şirket olarak kendimizi ‘önce kazandıran, sonra kazanan; eğlendiren ve eğlenen, öğrenen ve öğreten’ bir şirket olarak tanımlıyoruz. Bu da tüm paydaşlarımıza duyduğumuz saygının bir yansıması.

HELLO!: Markalar artık sadece ürün değil, değer satıyor. Sizce bir kurumun değer iletişimi nasıl inandırıcı hale gelir?

Z. Y. Kedik: Bir kurumun değer iletişimi ancak o değerleri gerçekten yaşıyorsa ve yaşatıyorsa inandırıcı olur. Yani ‘anlatmak’ değil, ‘deneyimlemek’ gerekir. Bizim projelerimizde hikayeyi kelimeler değil, eylemler anlatıyor. Çalışan gönüllülüğü, yerel iş birlikleri, çevre duyarlılığı... Tüm bunlar söylemle değil, davranışla iletişimin örnekleri. Bizde her şey aslında içeriden başlıyor. Kendimizi tam da şirketimizin mottosunda olduğu gibi ‘Keyifli Anların Yaratıcıları’ olarak tanımlıyoruz. Tüm Pernod Ricard Türkiye ekibi olarak hem projelerimizi yalnızca anlatmıyor, yaşıyoruz hem de her birimiz markalarımızın birer elçisiyiz. Şirket değerlerimiz ise işimizi nasıl yaptığımız konusunda bize yön veriyor. Çünkü bizde değerler bir iletişim stratejisi değil, birlikte yaşadığımız bir kültür. Markalarımızın ve projelerimizin inandırıcılığı da tam olarak buradan geliyor; içten, samimi ve gerçek bir sahiplenmeden.

HELLO!: Global sürdürülebilirlik hedefleriyle yerel dokunuşları dengelemek zor bir süreç. Siz bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Z. Y. Kedik: Bu dengeyi ‘global vizyon, yerel etki’ ilkesiyle kuruyoruz. Pernod Ricard’ın dünya genelindeki sürdürülebilirlik hedeflerini Türkiye’nin dinamiklerine adapte ediyoruz. Yerel paydaşlarla çalışarak, her adımı bölgesel gerçekliklerle uyumlu hale getiriyoruz. Böylece global stratejimiz, yerel topluma dokunan anlamlı bir eyleme dönüşüyor.

HELLO!: İletişim dünyasında kadın liderlerin çoğalması, iş kültürünü nasıl dönüştürüyor sizce?

Z. Y. Kedik: Kadın liderlerin artmasıyla birlikte iş dünyasında empati, iş birliği ve kapsayıcılık daha görünür hale geliyor. Bu, sadece fırsat eşitliği açısından değil; kurum kültürünün dönüşümü açısından da büyük bir kazanım. Kadın liderlerin bakış açısı, sürdürülebilirlik gibi uzun soluklu alanlarda kararlılık ve duyarlılık dengesi sağlıyor. Çünkü kadınların olduğu yerlerde sadece iş değil, kültür de değişiyor. Şirketimizin sekiz kişilik icra kurulunda kadın erkek oranı yüzde 50-50 eşit durumda. Bu dengeli dağılım işlerimize de pozitif olarak yansıyor.

HELLO!: Zaman zaman kriz dönemlerinde ön planda oluyorsunuz. Böylesi anlarda güçlü bir iletişim liderinin en önemli refleksi nedir?

Z. Y. Kedik: Kriz anlarında en önemli refleks, bence şeffaflık ve güven. Önceliğim, bilgi akışını doğru yönetmek ve paydaşlarımızla dürüst bir iletişim kurmak. Her kriz benim için bir öğrenme ve güçlenme fırsatı. Soğukkanlı kalabilmek, doğru veriyi hızlıca analiz etmek ve samimiyetle iletişim kurmak, güveni yeniden inşa etmenin anahtarı. Bu süreçte hem iletişim lideri hem de hukukçu olarak edindiğim deneyimler bana büyük avantaj sağlıyor.

HELLO!: Genç iletişim profesyonellerine ve kadınlara sürdürülebilir bir kariyer inşa etmeleri için neler önerirsiniz?

Z. Y. Kedik: Her şeyden önce kendilerine inanmalılar. Sürdürülebilir bir kariyer, sadece başarıya değil, anlam arayışına da dayanır. Değerlerinden vazgeçmeden ilerlemelerini, öğrenmeye ve dönüşmeye açık olmalarını, topluma fayda sağlayacak bir amaçla çalışmayı seçmelerini öneririm. Hepimiz kendi yolumuzda bir mücadele veriyoruz; bu yüzden görünür ya da görünmez tüm emekleriyle hayata değer katan kadınlar için iyi örnekler oluşturmaya devam etmeliyiz. Ben de kızım Leyla’yı bu bakış açısıyla yetiştirmeye özen gösteriyorum. Başarı, sadece zirveye ulaşmak değil; o zirveye giderken cam tavanları kırıp başkalarına da yol açabilmek demek.

HELLO!: Çevreye duyarlı projeler kadar, yaşam biçiminizde de denge ve farkındalık dikkat çekiyor. Günlük hayatınızda sürdürülebilirliği nasıl yaşatıyorsunuz?

Z. Y. Kedik: Sürdürülebilirlik benim için büyük adımların yanı sıra günlük hayatın içindeki küçük tercihlerle de ilgili. Mümkün olduğunca mevsiminde ürünler tüketmeye hem gıda hem de diğer ihtiyaçlarım için yerel üreticileri desteklemeye özen gösteriyorum. Çocuklarıma da bu bakış açısını kazandırmaya çalışıyorum. Ben sürdürülebilirliği yaşamın her anına katmaya çalışıyorum. Bu, sadece çevreye duyarlı seçimler yapmak değil; aynı zamanda içinde bulunduğum topluma karşı duyarlı olmak anlamına da geliyor.

HELLO!: Sizi besleyen, ilham veren şehirler, insanlar ya da ritüeller var mı? İş dışında sizi en çok motive eden şey nedir?

Z. Y. Kedik: Beni en çok motive eden şey, yakın çevremle kurduğum ilişkiler. Ailemle yaptığımız piknikler, çocuklarımla oynadığımız oyunlar, keşfettiğimiz yeni yerler, yeni ülkeler, yeni kültürler, benim vazgeçilmezlerim arasında. Yakın arkadaşlarımla geçirdiğim zaman ve paylaştığımız anlar ise bana enerji ve mutluluk veriyor. Birlikte çok gülüp eğlendiğim yakın arkadaşlarım var, ortak bir eğlenceyi ve mizah anlayışını paylaşabildiğim ve çok güvendiğim dostlarımın olması hayattaki en büyük zenginliklerimden biri. Şehirlere gelecek olursak da aslında seyahat ettiğim her şehir benim için yeni bir deneyim ve bakış açıları demek. Ancak bana ilham veren şehirler arasında en başta tabii ki İstanbul geliyor. Tarihi, kültürel ve eğlence hayatındaki zenginliğiyle İstanbul asla vazgeçemeyeceğim bir şehir. Napolyon’un da dediği gibi: “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” İstanbul dışındaysa eşimle seyahatlerimizde bana en çok ilham veren şehirlerden biri Lizbon ve orada birlikte dinlediğimiz fado ezgileri olmuştu…

HELLO!: Yoğun temponun içinde kendinizle baş başa kaldığınız anlar nasıl olur?

Z. Y. Kedik: Ben bir sabah insanıyım. Genelde sabah erken saatlerde, herkes uyanmadan önce kendimle baş başa kalabiliyorum. O birkaç dakikalık sessizlik bana gün boyu gereken odağı kazandırıyor. Hayatımdaki en büyük hobilerimden olan müzik ise bana göre gerçek bir terapi. Şirkette bir müzik grubumuz var, oradaki arkadaşlarımla yaptığımız çalışmalar ve birlikte bir şeyler üretebilmek günlük hayatın yoğun temposunda zihnimi rahatlatıyor.

HELLO!: Eğer tek bir cümleyle hayata bakışınızı özetleyecek olsanız, ne derdiniz?

Z. Y. Kedik: Oğlum Aras bir gün bana “Seninle yaşamak, bir filmde olmak gibi” demişti. Hayat da benim için tam olarak öyle; inişleriyle, çıkışlarıyla, bazen mutlu bazen hüzünlü sahneleriyle ama her anında dengeyi, sevgiyi ve neşeyi kaybetmemeye çalıştığım bir yolculuk. Çünkü sonunda önemli olan, filmin nasıl bittiği değil, her sahnesini kalpten yaşayabilmek.

© 2025 bmag - Tüm hakları saklıdır.

Iyzico ile ÖdeIyzico Logo




HomeMagazinesB SeriesB RollUser