Bmag Logo

Umut, bilinmeyene göz kırpmaktır…
Genel
6 dk okuma

Oluşturma Tarihi: 05.11.2025

Güncelleme Tarihi: 17.11.2025

Pozitif

Umut, bilinmeyene göz kırpmaktır…

Umut, pasif bir bekleyiş değil, içsel bir devrimdir. Çoğu zaman yanlış yorumlanan bu kavrama farklı disiplinlerden gerçekçi bir bakış atmanın ve bir ceviz ağacının altında saklı umutla buluşmanın zamanı.

Aret Vartanyan

Umut, sıkça yanlış anlaşılan bir kelimedir. Çoğu zaman ‘olumlu düşünmek’ ile, ‘kendini kandırmak’ arasında sıkışır. Hatta bazılarına göre umut etmek, pasif bir bekleyiştir. Hayat düzelecek, biri gelecek, kader bir gün yüzüme gülecek. Oysa gerçek umut, bir eylemdir. Sessiz ama köklü bir devrimdir insanın içinde. Çünkü umut etmek, sadece bir gün güzel şeyler olsun diye dua etmek değildir. Umut, insanın içinde taşıdığı en derin bilgeliğin, karanlığa rağmen yürümeyi seçen yanının adıdır. Kişisel dönüşüm yolculuklarında bir eşik vardır: Belirsizlik. İnsanın kontrolü bıraktığı, ‘eski ben’in çözüldüğü, ama ‘yeni ben’in henüz görünmediği o gri alan. İşte umut, tam da burada devreye girer. Umut, kesinliğin olmadığı bir zeminde ilerlemeye devam etmektir.

Psikolojik dayanıklılık araştırmalarında görülen ortak bir bulgu vardır: Travmayı, kaybı, başarısızlığı aşabilen insanlar, olayların değil, anlamların peşinden giderler. Umut, bu anlam arayışının motorudur. Başına ne gelirse gelsin, orada hâlâ bir ‘neden’ olduğunu hisseden insandır umudu taşıyan. Carl Jung der ki: “Işık, ancak karanlıkla yüzleşince doğar.” Umut, sürekli pozitif düşünmeye çalışmak değildir. Tam tersine, gölgenin karşısında kalabilmek, kendi yıkımlarına dürüstçe bakabilmektir.

Umut eden kişi, “ben iyi olacağım” diyerek kendini avutmaz. “Ben değişeceğim. Acıya rağmen büyüyeceğim. Bu sancının içinden başka bir ben doğacak” der. Bu nedenle umut, sadece bir duygu değil; bir bilinç düzeyidir. Kendini her koşulda yeniden inşa etme iradesidir.

Semavi dinlerde umut

Umut, dinlerin ortak özüdür. Her inanç sistemi, insanın karanlıkta bile bir ışığa tutunmasını öğütler. Umut etmek, sadece dünyevi beklentilerin değil, varoluşsal bir teslimiyetin de adıdır. İslam’da umut, ‘reca’ kavramıyla ifade edilir. Korku (havf) ve umut (reca) arasında bir denge kurmak, imanın kemale ermiş hâlidir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi vurgulanır: “Allah’ın rahmetinden ancak kafirler ümidini keser.” (Yusuf Suresi, 87)

Hristiyanlıkta umut (hope), inanç (faith) ve sevgi (love) ile birlikte ‘üç ilahi erdem’den biridir. Aziz Pavlus’un Korintliler’e mektubunda geçen şu cümle dikkat çekicidir: “İman, umut ve sevgi; bu üçü kalır. Ama en büyüğü sevgidir.” (1. Korintliler 13:13) Hristiyanlıkta umut, Mesih’in vadettiği kurtuluşa ve Tanrı’nın her koşulda insanla beraber olduğuna dair sarsılmaz bir güvendir. Çarmıh, aslında en karanlık anın içinde bile diriliş umudunun sembolüdür. Karanlık Cuma’dan sonra pazar sabahı gelir. Bu nedenle, Hristiyanlıkta umut, pasif bir bekleyiş değil, Tanrı’nın zamanında her şeyi iyiye çevireceğine dair aktif bir inançtır.

Yahudi geleneğinde ise ‘tikvah’ kelimesi hem ‘umut’ hem de ‘ip’ anlamına gelir. Bu ilginçtir çünkü umut, insanı Tanrı’ya bağlayan görünmez bir bağdır. Holokost gibi insanlık dışı travmalar karşısında bile Yahudi halkının hayatta kalmasındaki en büyük faktör, “gelecekte özgürlüğün mutlaka gerçekleşeceğine” olan sarsılmaz inançtır. Yahudiliği ulusal marşının adı bile ‘Hatikvah’tır — Umut. Talmud’da geçen bir öğreti der ki: “Dünyanın sonu bile gözünün önünde olsa, elindeki fidanı dik.” Bu yaklaşım umudun eyleme dönüşmüş hâlidir.

Umut etmek, dinde sadece ‘bir şeylerin iyi olacağına inanmak’ değildir. Umut, Tanrı’ya güvenmek, teslim olmak ve her karanlığın içinde bir anlam olduğuna inanmak demektir. Dini yaklaşımda umut, sabrın, teslimiyetin ve tevekkülün yoldaşıdır. Ve her inanç sistemi şunu söyler: “Sen yürümeye devam et. Yol görünmese bile. Çünkü yolu açan sen değilsin ama yürüyen Sen’sin.”

Umut, geçmişle barış, gelecekle anlaşmadır

Geçmişimizle sürdürdüğümüz savaş, geleceği rehin alır. Umut ise bir tür diplomatik müzakeredir insanın kendi zaman algısıyla. Geçmişin yüklerini anlamlandırmak, geleceğe dair beklentileri yeniden yazmak… Bu, umutla mümkündür.

Modern terapilerde ve bilinç çalışmaları içinde ‘gelecek projeksiyonu’ diye bir kavram vardır. İnsan, geçmişe takılıp kalmak yerine, gelecekte kim olmak istediğini hayal ettiğinde beyin nörolojik olarak bu geleceğe göre şekillenmeye başlar. Umut, işte bu nörolojik değişimin biyolojik köprüsüdür.

Umut etmek, romantik bir beklenti değil; bir entelektüel eylemdir. İnsan, acılardan, kayıplardan, kaoslardan sonra hâlâ inşa etmeye devam ediyorsa, bu onun varoluşa karşı sergilediği en güçlü direniştir.

Albert Camus’nün dediği gibi: “Tam ortasında kışın, içimde yenilmez bir yaz olduğunu öğrendim.” Umut, yenilmez olanın bilgisidir. İçten içe bildiğimiz ama unuttuğumuz bir gerçeği hatırlamak gibidir: İnsan, yıkılsa bile yeniden kurabilir. Kaybetse bile tekrar başlayabilir.

Umut, kendin olma cesaretidir…

Gerçek umut, başkasının bize sunduğu senaryolarda mutlu olmayı beklemek değil; kendi hikâyemizi yazma cesaretidir. Kalıpları kırmak, neyin doğru olduğuna dair öğretilmiş inançları sorgulamak ve kendi iç sesimizin rehberliğine güvenmektir. Çünkü umut, dışarıdan gelen bir ışık değildir. İçimizde, en kuytu yerlerde yanmaya devam eden bir kıvılcımdır. Bazen bir sözcükle, bazen bir müzikle, bazen bir yıkımın tam ortasında hatırlanır. O anlar kendimize döndüğümüz ve yüksek bir motivasyona adım attığımız anlardır.

Umut etmek, bazen sabaha çıkacağını bilmeden mum yakmaktır. Bazen herkes giderken kalmayı, bazen de kalabalıklar içindeyken kendine dönmeyi seçmektir. Uzun lafın kısası her adımın, her eylemin ateşleyicileri arasında mutlaka ama mutlaka umut hakkında bir şey vardır. Umut et! Beklemek için değil, yola çıkmak ya da devam edebilmek için…

Kısa bir hikaye

Kış, o yıl alışılmadık şekilde sert geçmişti. Kar, Anadolu’nun uzak bir dağ köyünü aylarca dış dünyadan koparmıştı. Elektrik kesilmiş, yollar kapanmış, okul bile kapanmıştı. O köyde, annesiyle birlikte yaşayan on yaşında bir çocuk vardı: Miraç.

Miraç’ın babası, üç yıl önce şehre çalışmaya gitmişti ama bir daha dönmemişti. Ne öldüğüne dair bir haber vardı ne de yaşadığına. Annesi her akşam ocağa çay koyar, pencereye bakar, sonra çay soğusa da beklemeye devam ederdi. Miraç, annesinin gözlerindeki bekleyişi ezberlemişti. Ama artık beklemiyordu. Annesinin umut ettiği şeyi, Miraç çoktan bırakmıştı, dönmeyecek.

Bir sabah, köyün tepesindeki yaşlı ceviz ağacının yanında toprağı eşeleyen bir köstebek gördü. Küçük hayvan, bembeyaz karların altında minik bir yuva yapmaya çalışıyordu. Miraç önce güldü bu çabaya. “Bu soğukta yaşanır mı?” dedi kendi kendine. Ama sonra fark etti: O minik hayvan, donmuş toprağa rağmen vazgeçmemişti. Hâlâ kazıyordu. Sanki içeride sıcak bir şeyler vardı ve ona ulaşabileceğini biliyordu. Belki bazı şeyler, sadece inananlar için görünür oluyordu.

Ertesi sabah Miraç, ceviz ağacının altına bir şey gömmeye karar verdi. İçinde eski bir fotoğraf, babasına yazdığı ama hiç gönderemediği bir mektup ve kendi yaptığı küçük bir kil kuş vardı. Gömmeden önce fısıldadı: “Eğer bir gün döneceksen… Bunu bul.”

Günler geçti. Bahar geldi. Kar eridi. Köy yeniden canlandı. Bir gün köye yabancı bir minibüs girdi. İçinden yüzü yorgun, gözleri dolu bir adam indi. Elinde çamurlu bir kuş figürü vardı.

  1. “Ben… Yanlış bir şehirde, yanlış bir hayatın içinde üç yıl kayboldum,” dedi.
  2. “Ama bir gün, bir çocuğun yazdığı mektubu buldum. Ceviz ağacının altında. Bu kuş, bana yolu gösterdi.”

Annesi orada, kapının önünde düşüp bayıldı. Miraç, babasına koşmadı önce. Ağacın yanına gitti. Diz çöktü. Toprağı tuttu.

“Demek… Umut gömülünce ölmezmiş,” dedi.

“Toprak onu saklarmış. Zamanı gelince büyütürmüş.”

© 2025 bmag - Tüm hakları saklıdır.

Iyzico ile ÖdeIyzico Logo




HomeMagazinesB SeriesB RollUser