
Dengede kalın
Dr. Levent Buda
Belki ondan gelen bir dokunuşsa varoluş...
Adı kaderdir seçilen her yokuş...
İlerlerken yolda ihtiyaçtır bazen kayboluş...
Tekrar denge bulursan olur kurtuluş...
Dengenin adı şifa, gerekmez ona buluş...
Genelde zordur yolculuk, ilk şartı azimli bir duruş...
Bundan yaklaşık 6000 yıl önce Lao Tzu akupunkturun temel felsefesini kelimelere dökerken, işe varoluştan başlamıştı. Çünkü her şeyin temeli aslında o ekzistansiyel soruda gizli idi. Biz nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Nitekim yüz hatta binlerce yıldır bu soruya insanlar ve filozoflar cevap arıyor. Ancak biliyoruz ki varoluş aslında beden kütlemizdeki yaşam enerjimizin akışı ile doğrudan alakalı. Peki nereden geliyor bu enerji? İşte orası kıt zekalarımızın içerisinde en zorlayıcı kısım. Aslında Lao Tzu buna da bir açıklama getirmiş, hem de beşeri dinlerden yaklaşık 4000 yıl önce: “Önce ‘bir’ vardı, ‘bir’den ‘iki’ oldu ve ‘iki’den sonsuz doğdu!”

1508-1512 yılları arasında Michelangelo, Sistine Şapeli’ni resmederken acaba bu varoluşsal kaygıyı kafasında nasıl sembolize ediyordu? Sonuç, elbette muhteşem. Bende uyandırdığı metafor -belki Michelangelo’nun da istediği gibi- varoluş, döllenme anında gelen tanrısal bir dokunuş. Yumurta ve spermin yapılarındaki varoluşsal enerjinin birliği ile güçlenmiş bir yeni canlının yaşamasının izin belgesi. Anlayacağımız şekilde söylersek, görünmez bir elin dokunuşu ile gerçekleşen enerji transferi.
Anonim olarak yazılan Kybalion, eski Mısır ve Yunan Hermetik öğretilerini anlatan en iyi kitaplardan biridir. Yedi evrensel yasadan bahseder, ki bugünün kuantum düşüncesinin temellerini oluşturur. Bu yasaların her biri çok önemlidir ancak titreşim yasası, aslında bütün varoluşsal sorulara bir cevap niteliğindedir. Çünkü “Bildiğimiz, gördüğümüz, dokunduğumuz her şey titreşir” der.
Günümüze geldiğimizde biliyoruz ki bilimsel çalışmalar ışığı altında enerjinin olduğu her şey titreşiyor. Titreşim hızı ve sıklığı ise maddenin halini belirleyen en önemli kriter. İster canlı ister cansız olsun, duyularımız ile fark edebildiğimiz ya da atomik düzeyde ve hatta atom altı her parçacık düzeyinde titreşiyor.
Lao Tzu’ya dönecek olursak, söylediği varoluşsal kavramların en göze çarpan ikincisi ise enerji akışları üzerine olanıdır. Der ki... “Her bir sonsuzun içerisinde chi yani yaşam enerjisi akmalı.” Yani aslında chi’yi canlılığın göstergesi olarak açıklarken, bu chi’nin diğer sonsuzlar arasında da akması gerektiğini ifade eder. Burada aslında ifade edilen iletişimdir ve iletişimin ana dili enerjidir. Yani çok uzak diyarlarda bir kelebeğin kanat çırpışının buralara fırtına olarak gelebileceği varsayımının 6000 yıl önce kelimelere dökülmüş halidir. Ancak iletişimde olmakla ilgili olarak Lao Tzu’nun söylediği en önemli kısım, şimdi açıklık getireceğimizdir, ki şöyle der: “Her bir sonsuz ile ‘bir’ arasında da chi akmalıdır ve bu karşılıklıdır. Böylece canlı kalmanın sonsuz kaynağı, enerji akışında gizlidir. Bu enerjiyi farklı kelimeler ile isimlendirmek mümkündür ve her ne kelimeye döküldü ise de aynı şeyi ifade eder. İster chi de, ister yaşam enerjisi, ister ruh!”
Bir de eski Yunan düşünürlerinden gelen bir başka bilgi var: “Eidolon” Der ki; eğer bilinçte her şey dengede ise bedenlerimize (zihin, duygu ve fizik beden) öyle bir bilgi akar ki her şey dengede olduğu için hormonlarımız dengede salgılanır, enzimlerimiz optimumda fonksiyon gösterir, aracı moleküllerimiz hücrelerimiz arasında ideal iletişimi sağlar, metabolizmamız dengede fonksiyon gösterir, bağışıklık sistemimiz düzgün çalışır, kendi kendimizi iyileştirme sistemlerimiz bizi iyileştirme fonksiyonlarını eksiksiz yerine getirir, detoksifikasyon sistemimiz atık molekülleri ve dışarıdan gelen toksinleri idealinde bertaraf eder ve şikayetsiz bir dönem süreriz. İşte buna “sağlık” denir. Öyleyse bunun tersini düşünürsek ne olur? Bilinçte bir yerde, istersek farkında olalım, istersek bilinç altında olsun, denge bozulursa bedenlerimize akan bilginin muhteviyatı değişir ve bedenlerimiz sinyal vermeye başlar. Bu sinyaller şikayetlerdir ve biz bu duruma “hastalık” deriz.
Şikayetler bu anlamda büyük önem arz eder. Çünkü şikayetler aslında bilinçte oluşan dengesizliğin bedenlerimizde tezahür edişidir ve bize aslında o dengesizliği gösteren en önemli işaretlerdir. İyi bir hekim de aslında bir hastada neyi görmesi gerektiğini bilendir. Hastadan gelen şikayetleri tanımak, bir hekimin en asli görevlerinden birisidir. Ki bunu hastayı dinlemeden (günümüz çalışma koşullarında hastanın tüm şikayetlerini dinlemek imkansız) yapmak ve zaman kazanabilmek için yardımcı teşhis araçlarını (laboratuvar sonuçları ve görüntüleme yöntemleri) kullanma cihetine gitmek, mesleki özeleştiri yapacak olursak mesleki bir açmazdır.
Dediğimiz gibi, şikayetler toplamı aslında o hastalığın görünen yüzü ise bilinçteki dengesizlik de ana merkezi hastalıktır. Bu anlamda şikayetler aslında çok önemli bir işi yerine getirir: Bizi rahatsız eder ve ana hastalığı düzeltmemiz için bizi uyarır. Diyelim ki ağrı, diyelim ki kaşıntı, diyelim ki kaygı ve ardından gelen endişeli düşünceler, diyelim ki hüzün ve mutsuzluk duygusu... Hepsi bedenlerimize ait birer uyarıdır ve bütünsel değerlendirme yapan, hastasını dinlemeye vakti olan, işini düzgün yapma azmindeki bir hekim için birer işarettir. Hasta cephesinden bakacak olursak, her bir şikayet bize ana hastalığı gösterdiği ve bizi aslında rahatsız ettiği için çok değerlidir. Bu şikayetleri fark etmek (pek çok yöntem, bu farkındalığı artırmak için çok değişik tekniklerle çalışır ve bireysel farkındalığımızı artırma amacını hedefler), bilinçteki dengesizliği yeniden dengeye oturtmak için birer uyarıdır. Bu minvalde şikayetlere bakacak olursak, onları ortadan kaldırma cihetine gitmek (örneğin, ağrı kesici içerek anlık olarak ağrıyı bir süreliğine yok etmek), aslında merkezde olan denge bozukluğunu düzeltmeden, sadece işareti ortadan kaldırmaktır. Aslında ana hastalık ilerlemeyi sürdürür yani dengesizlik büyümeye devam eder. Bu bakış açısı ile baktığımızda, şikayetin işaret ettiği hastalık gizlenmiş olur. İşte bütün bu nedenlerden ötürü şikayetin akmasına izin vermek, farkındalık artırıcı yöntemlerin de yardımını alarak, akıllı insanın hastalık karşısında yapması gereken kendine dair en önemli sorumluluktur. Bu bağlamda insan şikayete baktığında, kendisine katlanılamaz (ağrı ya da acıya dayanmak zordur) dürüstlük gösteren bir “dost”u keşfeder. Eğer sağlık ve hastalık kavramına bu bağlamda bakmayı kendimize şiar edinirsek, hasta ve hekim ilişkisini de düzeltme anlamında çok yol alırız. Bu da bizim iyileşme ve iyileştirme sürecinde sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Söz konusu ilişkinin en temel özelliği, güvene ve dürüstlüğe dayanmasıdır; karşılıklı etik davranışlar iki tarafın da ilişkisel olarak sorumluluğudur. Sorumluluklarını almak, iyileşmenin en temel kuralıdır ve süreç içinde ortaya çıkacak yeni durumları fark etmek adına uyanık davranmak ama en önemlisi, cesaret ile iyileşme yolunda ilerlemek ve sebat etmek olmazsa olmaz kuraldır.

Bütünsel değerlendirme dedik ya, işte aslında en önemli kısım hastalığı ya da daha geniş bir tabir ile söylersek hastayı anlamak adına en önemli adımdır. Ancak bu değerlendirme içerisinde sadece bedenlerimiz yoktur, aynı zamanda çevremiz de vardır. Sosyal çevremiz olduğu gibi, çevremizde olan yaşam koşulları ve içinde yaşadığımız doğa da vardır. Bütünsel sağlık dediğimiz zaman, işte bütün bunların sağlığı önemlidir. Denge, iyilik halinin ana unsuru ise çevremizdeki her şeyin de dengede yani sağlıklı olması en önemli unsurdur. Böyle bir bakış açısı, bizim sağlıklı olabilmemiz için çevremizin de sağlıklı kalması amacıyla çaba sarf etmenin, farkındalık seviyesi yüksek insan için olmazsa olmaz aksiyon alma yöntemidir. Farkındalığı yüksek insan bilir ki sağlıklı bir doğal çevre içerisinde yaşamak, kendi sağlık seviyeni korumak için en temel başlangıç kuralıdır. Gerçek iyileştirmeyi kendine düstur edinmiş bir hekim için de doğayı korumak, mesleğinin ana unsurlarından birisidir.
Şu ana kadar chi’nin kendi içimizdeki akışı ile ilgili yazdık ama chi’nin sonsuzlar arasındaki akışına hiç değinmedik. Chi enerjiyse, içimizde dengeli bir enerji akıyorsa, bireysel sağlığımız iyidir. Ama ne demişti Lao Tzu; çevremizle de chi ile de bağlantılı olduğumuzu ve bunun dengeli olarak akması gerektiğini... Öyleyse sosyal çevremizde de sağlıklı chi akışları sağlayabileceğimiz, sağlıklı chi akışları olan bireyler bulunmalı. Yine bu mantıkla bakarsak, doğal çevremizle de chi akışı sağlayabileceğimiz dengeli chi akışları olan bir doğaya ihtiyacımız var. Fizik bedenimize baktığımızda, biz kütlesel ağırlığımızdan daha fazla bir ağırlığa sahibiz ve hücre sayımızdan daha fazla sayıda floramız var. Bu flora dengede ise (tersi de doğru; biz de dengede isek) ilişki muhteşem. Ama denge bozuksa, sonucu artık biliyoruz: Hastalık. Floradan çıkalım dışarıya, doğadaki her canlıyla ve hatta cansız nesnelerle iletişim içerisindeyiz, ki Lao Tzu buna “chi akışı” diyor. Ve bu muhteşem chi yani enerji akışları “bir” ile olan ilişkimizin devamına katkı sağlıyor. Böylece anlıyoruz ki bu evrende olan her şey chi akışı yani enerji ve hiç durmadan titreşiyor.
Genelde çok girdi yani bilgiyle matriks düşünmeyi severim, bilimsel bakış açısı da bunu gerektirir. Ancak bazen düz mantık da yapmak gerekir. Şimdi düz mantıkla bir hipotez sunacağım ve üzerinde gelişen düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Eğer her şey enerji ise ve sağlık ile hastalık enerji akışlarıyla denge unsuru vasıtasıyla çalışıyorsa, şifa da dengeyi yeniden kurmak üzere gelen enerji yani chi kaynaklarıdır. Hastalık yaşam enerjisinin dengesiz akışları, önüne çıkan bloklar da yaşam enerjisini yeniden dengeleyecek olandır. Şifa ise o dengeyi yeniden kuracak olan, onun dilinden tek anlayan enerjetik dokunuşlardır.
Homeopatiyi geliştiren ve uygulama prensiplerinin temellerini atan Dr. Samuel Hahnemann der ki: “Bir hekimin en yüce görevi, hasta insanı tekrar sağlığına kavuşturmaktır; işte gerçek tedavi budur.” Ama bunu nasıl sağlayacağız? İşte bu soruya da şöyle bir açıklama getirir: “Tedavi; bilinen ve anlaşılabilir yollarla, en kısa sürede, en yumuşak yollarla (yan etki olmadan) ve devamlılığını koruyacak şekilde olmalıdır.” Hal böyle olunca, elbette hekime de işini doğru yapabilmek adına çok fazla sorumluluk düşer. İyi bir hekim, öncelikle hastalığı iyi okuyabilmeli yani şikayetleri ve hastada neleri gözlemlemesi gerektiğini iyi bilmelidir. Bu da şikayetleri anlatan semptomatoloji derslerini iyi bilmeyi gerektirir. Hastalığı anladıktan sonra yani hastalık resmini çok güzel bir şekilde, bütünsel olarak çizdiğimizde, artık onu ne iyileştirir bunu bulmaya kalır iş, ki bunun adı şifadır. Şifa enerjetik bir şey ise şifa kaynağı da çevremizde enerji yani chi kaynağı içeren, titreşen her şey olabilir. Bu da bizim şu sonuca ulaşmamızı sağlar: Doğada var olan her şey bir şifa kaynağı olabilir ve bu, iletişimsel olarak hastalığın dili ile aynı dili konuşan enerji boyutunda bir aracı olmalıdır. Dengesizliği, tekrar dengeye oturtacak güçte bir enerjisi bulunmalıdır. İşte bunun adı, günümüzde kullanıldığı tabir ile Hahnemann’ın da isimlendirdiği gibi remedidir.

Bütün bunlara baktığımızda bir remedinin en temel özellikleri şunlardır:
- Doğal olmalı.
- Dengesizliği düzeltecek seviyede bir gücü olmalı; ki bu, dengesizlikten daha güçlü bir enerji içermesini gerektirir.
- Bir tetik mekanizma olmalı ve etkileri iyileştirici zincirleme reaksiyonları başlatmalı.
- Dengesizlik ile aynı dilden konuşmalı.
- Chi gücü taşımalı ve titreşmeli.
- Bedende yaptıkları kullanım sonrasında gözlemlenebilmeli.
- Kötü sonuçlara (yan etkiler, zehirlenmeler ve benzerleri) yol açmamalı.
- İyileşme aşamasında hastayı yormadan, en yumuşak şekilde dengeyi yeniden kurmalı.
- İyileşirken, bedenimizdeki floradan başlamak üzere bütün çevremizi (sosyal ve fiziksel çevre) iyileştirme yolunda etkili olmalı.
- Ve elbette denge tekrar oturup, sağlık durumu yeniden ortaya çıktığında bunu uzun süre koruyabilmeli.
Şimdi iş böyle olunca remedi kaynakları elbette çevremizdeki her şey olabilir. Doğada ne varsa, içerisinde chi akıyorsa ve titreşiyorsa remedi olabilir. Ancak elbette kullanacağımız remedilerin araştırılmış, daha önce deneyimlenmiş ve olumlu sonuçlarının yayınlanmış olması gereklidir. İyi bir hekim de bu deneyimlenmiş sonuçları iyi bilmeli ve hastasına uygulayabilecek yetkinliğe sahip olmalıdır. Sonrasında şifa bulmamak, bu koşullar altında adeta imkansızdır. Ama atladığımız bir şey var ki günümüzün en popüler konusu olan AI yani yapay zeka, bu anlamda bize çözümler sunabilir mi? Sunabilir elbette ama iş, insan ve çevresinin sağlığı olunca bu çözümlerin mükemmele ulaşmış olması gerekir. Günümüzde yapay zeka ile üretilmiş, hastanın şikayetlerini değerlendirip ya da sadece fizik bedendeki frekansları yani titreşimleri ölçerek çalışan ve iyileştirici frekansları bedene geri verdiğini iddia eden çok fazla cihaz üretilmekte hatta kullanılmaktadır. Ancak bu cihazlar halen emekleme aşamasında kaynaklardır ve ne yazık ki daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca şöyle bir eksiklikleri de var: Duygu. Bütünsel değerlendirme tripodunun en önemli ayaklarından biridir duygu okumak ve insanı anlamak... Ancak tam anlamı ile duyguları ve onlardaki küçük değişiklikleri okuyacak yeterlilikte bir yapay zeka ürünü maalesef henüz gelişmedi. Bu cihazların en büyük eksiği de ne yazık ki budur. Yani insani dokunuş, gerçek chi akışı...
Öyle ise şifa doğadan gelir.
Bu yüzden doğada iyileşmek gerekir.
Doğayı şifalı tutmak ve iyileştirmek gerekir.
Gerçek iyilik budur!


