
Moda tasarımcısı Simay Bülbül: Kadın hikayeleri ve sürdürülebilirlik
RÖPORTAJ: LARA MUTLU
“Dört yıl önce kurduğum Perveran markasının ilk mağazasını Kapadokya’da açmak benim için en kıymetli projelerden biri oldu. Orada Anadolu kültürünü yaşatmak, modern tasarımla uyarlamak ve bu hikayeyi insanlarla paylaşmak çok özel bir deneyim. Bu sezon Perveran’da gerçekleştirmek istediğimiz etkinlikler başlıyor; atölyeler, sergiler, buluşmalar...” diyen Simay Bülbül, amacını Anadolu kültürünün modern tasarımla nasıl buluştuğunu tüm dünyaya anlatmak olarak vurguluyor. Çok yönlü kimliğiyle dikkat çeken tasarımcının, ‘Ege’den Miras Sofralar’ adlı yemek kitabı da bu yıl dünya çapında birincilik ödülü kazanmış. Hem kitabı uluslararası platformlara taşımak hem de kitabın belgeselini yapmak için çalışmalara başlayan Bülbül, sofraların da tıpkı tasarımlar gibi bir kültür, bir hikaye ve bir miras taşıdığına değiniyor. Yıllar önce moda tasarımcısı kimliği ile tanıdığımız Simay Bülbül ile bugün yalnızca moda alanında değil; kültür, zanaat, gastronomi ve tasarımın kesiştiği bir noktada sohbet ediyoruz.
HELLO!: Moda sizin için her zaman bir ifade biçimi oldu. Bugünlerde tasarımlarınızda hangi duygu ve hikayeler öne çıkıyor?
Simay Bülbül: Ben hep bir hikayenin peşinden gittim. En büyük ilham kaynağım da kadınların hikayeleri oldu. Çünkü onların yaşadıkları, mücadeleleri, umutları ve hayalleri bana her zaman çok şey öğretti. Bu yüzden her koleksiyonum bir kadının ismi ve onun hikayesiyle doğdu. Bir kadını, bir hayatı, bir duyguyu görünür kılmak, modayı benim için anlamlı hale getirdi. Bugünlerde ise bu yolculuk farklı bir boyut kazandı. Kendi mirasım olarak gördüğüm Anadolu’nun zenginliği, toprakların ruhu ve zanaatların derinliği de işin içine girdi. Artık sadece kadınların değil, bu toprakların emeğinin, kültürünün ve hafızasının da sözcüsü olmak istiyorum. Benim için moda, sadece giyilen bir kıyafet değil; anlatılan, taşınan ve gelecek nesillere aktarılan bir hikaye.
HELLO!: Sürdürülebilirliği bir yaşam biçimi olarak ele alıyorsunuz. Bu konuda nasıl bir yaşam şekliniz var?
S. Bülbül: Sürdürülebilirlik benim için sadece bir tasarım anlayışı değil; bir yaşam biçimi. Tüm yaşam alanlarımda bu hassasiyeti taşımaya özen gösteriyorum; mutfaktan günlük alışkanlıklarıma, kullandığım malzemelerden dekorasyona kadar… Özellikle tasarımlarımda bunun çok büyük bir yeri var. Koleksiyonlarımda her zaman kalıcı, zamansız ve uzun ömürlü parçalar üretmeye dikkat ettim. Bunun en özel örneği de çeyiz koleksiyonum. Çünkü çeyiz, kuşaktan kuşağa aktarılan, yıllara direnen ve hatıralarla değerlenen bir kültür. Biz de sandıklardan topladığımız kumaşları ve ürünleri yeniden yorumlayarak koleksiyonlar hazırlıyoruz. Böylece hem geçmişe saygı duyuyor hem de geleceğe miras bırakacak parçalar üretiyoruz. Ayrıca el dokuması ve doğal kumaşlara ağırlık veriyoruz; çünkü benim için bir ürün bir sezonluk değil, ömürlük olmalı. Benim için sürdürülebilirlik biraz da böyle; sadece çevreye duyarlı olmak değil, aynı zamanda kültürü, emeği ve hikayeleri de geleceğe taşımak.
HELLO!: Koleksiyonlarınızda kullandığınız malzemeler ve üretim yöntemlerinde sürdürülebilirlik nasıl devreye giriyor?
S. Bülbül: Koleksiyonlarımı hazırlarken sürdürülebilirlik en çok malzeme seçiminde devreye giriyor. Kumaş seçimi benim için en önemli adım. Doğal, uzun ömürlü ve nefes alan kumaşlara yöneliyorum; el dokuması, geleneksel tekniklerle üretilmiş ya da geçmişten gelen, sandıklardan çıkan parçaları yeniden değerlendiriyorum. Üretim yöntemlerinde de zamansızlığı ve dayanıklılığı önceliklendiriyorum. Bir parçanın sadece bir sezon değil, yıllarca kullanılabilmesini, hatta kuşaktan kuşağa aktarılabilmesini istiyorum. El emeğini, zanaatkarlığı ve kültürel mirası yaşatan yöntemlere yer vermeye özen gösteriyorum. Atölyedeki çalışma sistemimizde de aynı hassasiyeti taşıyoruz. Her aşamada sürdürülebilirlik ilkesine dikkat eden bir işleyiş modelimiz var. Malzeme kullanımından üretim süreçlerine, hatta atıkların değerlendirilmesine kadar her noktada bu yaklaşımı gözetiyoruz. Örneğin atık deri parçalarından çiçek aksesuarlar üretiyoruz. Benim için önemli olan, tasarladığım her şeyin hem çevreye duyarlı hem de anlamlı bir hikayeye sahip olması.
HELLO!: Türk moda endüstrisinin sürdürülebilirlik yolculuğunu nasıl görüyorsunuz?
S. Bülbül: Türk moda endüstrisinin sürdürülebilirlik yolculuğunu umut verici ama aynı zamanda sancılı görüyorum. Bir yandan hızlı moda hâlâ çok baskın, tüketim kültürü güçlü ve bu değişim zaman alıyor. Ama diğer yandan genç nesil tasarımcıların, markaların ve tüketicilerin bu konuda giderek daha duyarlı olduğunu görüyorum. Artık sadece ‘güzel bir kıyafet’ değil; hikayesi olan, çevreye duyarlı ve uzun ömürlü parçalar daha çok değer buluyor. Önümüzdeki 5–10 yılda bu farkındalığın daha da artacağına inanıyorum. Yerel üretim, doğal kumaşlar, el emeği ve zanaatkarlık yeniden kıymetlenmeye başlayacak. Küresel trendler de bu yönde ilerliyor; Türkiye de bu dalganın içinde yerini alacak. Elbette maliyetler, bilinçlenme süreci ve sektörün dönüşümü kolay olmayacak. Ama ben gelecek yıllarda Türk modasının sürdürülebilirlik konusunda çok daha güçlü bir noktaya geleceğini düşünüyorum. Çünkü köklerimizde zaten bu var: Anadolu’nun el işi, doğal malzemeleri ve zamansız kültürel mirası bizim en büyük gücümüz.
HELLO!: Global ölçekte sürdürülebilir moda konuşulurken Türkiye’nin hangi yönleriyle fark yaratabileceğini düşünüyorsunuz?
S. Bülbül: Global ölçekte sürdürülebilir modadan söz edildiğinde Türkiye’nin çok güçlü yönleri var. Her şeyden önce inanılmaz bir zanaatkarlık mirasına sahibiz. El dokuması, telkari, nakış, doğal boyama, deri işçiliği gibi yüzlerce yıllık teknikler hâlâ yaşıyor ve bu, dünyada çok değerli. İkinci olarak, Türkiye’nin coğrafi ve kültürel çeşitliliği büyük bir zenginlik. Anadolu’nun farklı bölgelerinden çıkan kumaşlar, motifler, hikayeler global moda sahnesinde eşsiz bir kaynak olabilir. Üçüncü olarak da Türkiye’nin üretim gücü var. Hem zanaatkarlığı hem de modern üretim altyapısını bir arada barındırıyor. Bu ikisini birleştirmek, dünyada çok az ülkenin sahip olduğu bir avantaj. Benim için en önemlisi; bizdeki moda anlayışının sadece giyilen kıyafet değil, bir hikaye ve miras taşıması. Türkiye bu yönüyle global sürdürülebilir moda sahnesinde çok farklı bir yerde durabilir.
HELLO!: Sürdürülebilirlik kavramı sizce ileride nasıl evrilecek?
S. Bülbül: Bence sürdürülebilirlik kavramı ileride sadece çevreyle sınırlı bir kavram olmaktan çıkacak. Daha kapsayıcı, daha bütünsel bir anlam kazanacak. Bugün daha çok geri dönüşüm, doğal malzeme, çevreye duyarlılık üzerinden konuşuyoruz ama gelecekte işin merkezinde insan, kültür ve etik değerler de olacak. Benim öngörüm, sürdürülebilirliğin ‘yaşam biçimi’ olarak kabul görmesi. Yani sadece tasarımda ya da üretimde değil; mutfakta, günlük alışkanlıklarda, tüketimde, ilişkilerde bile bir bilinç haline gelmesi. Moda açısından bakarsak da ileride hızlı tüketimden çok uzaklaşılıp daha anlamlı, uzun ömürlü, hikayesi olan parçalara yönelim olacak. Benim için sürdürülebilirlik zaten hep böyleydi: Sadece doğayı korumak değil, aynı zamanda emeği, kültürü ve hikayeleri geleceğe taşımak. Ve inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda bu bakış açısı dünyada daha çok karşılık bulacak.
HELLO!: Çok yönlü bir tasarımcısınız. Çok fazla alanda aktifsiniz. Bir gününüzü nasıl planlıyorsunuz?
S. Bülbül: Ben aslında günümü planlarken birden fazla şapkamı takıyorum. Moda tasarımcısı kimliğim, Perveran’daki çalışmalarım ve Kırmızı Çocuklar Derneği’ndeki sorumluluklarım arasında sürekli bir denge kurmaya çalışıyorum. Ama itiraf etmeliyim ki en çok mesaimi alan yer dernek. Çünkü bu sene çok daha büyük projeler yapmak, daha fazla çocuğa ulaşmak için yoğun bir hazırlık içindeyiz. Derneğin markası olan Kırmızı Karavan artık Akbatı ve Akasya AVM’de yerini aldı; bu da hem çocuklara destek olmanın hem de tasarımı sosyal faydaya dönüştürmenin en güzel yolu oldu. Perveran ise kalbimin en özel köşesinde duran proje. Kapadokya’daki mağazam sadece bir satış noktası değil, aynı zamanda bir kültür merkezi gibi. Anadolu’nun zanaatlarını modern tasarımla buluşturuyoruz ve bu sezon orada atölyeler, sergiler ve etkinlikler başlatıyoruz. Tüm bunların yanında evde bahçedeki bostanımla ilgilenmek, yemek videoları çekmek ve en önemlisi çocuklarımla dijitalden uzak, gerçek bir sosyal hayat paylaşmak bana çok iyi geliyor. Aslında bütün işlerimin ve yoğunluğumun merkezinde hep bu var: Anlamlı bir yaşam kurmak ve bu anlamı hem tasarıma hem de sosyal faydaya dönüştürmek.
HELLO!: Günün sonunda Simay Bülbül olarak sizi en çok mutlu eden şey nedir?
S. Bülbül: Günün sonunda beni en çok mutlu eden şey, yaptığım işin bir karşılık bulduğunu görmek. Bazen bir tasarımımın birine ilham olduğunu, bazen Perveran’da bir atölyede insanların yeni bir şey keşfettiğini, bazen de kurduğum sofralarda sevdiklerimle bir araya gelmeyi… Ama en çok da dernek aracılığıyla bir çocuğun yüzünün güldüğünü görmeyi ve ailemle, çocuklarımla biriktirdiğim anıları çok kıymetli buluyorum. Aslında hepsi aynı yere çıkıyor: Ürettiğim şeyin bir hikayeye, bir hayale, bir insana dokunması. O temas, o bağ ve birlikte yaşanan anılar benim için her şeyden daha değerli.


