
Şifayı kapma zamanı
Pia Pınar Ercan
Hem dünyamız hem de ülkemiz zor zamanlardan geçiyor. Ağır olaylara şahitlik ediyoruz. Yaşam koşulları zorlaştı, dijitalleşti, sevdiklerimizle daha az vakit geçirir olduk. Ruhumuz, zihnimiz, bedenimiz, her şeyden önce kalbimiz yorgun. Çevremde en çok gözlemlediğim, zaman zaman benim de içinden geçtiğim sıkıntıların başında; yetişememek (bu nedenle özellikle kadınlarda tiroit hastalıkları çok arttı), hiçbir şey yapmama isteği, aşırı yorgunlukla gelen atıl enerjiyle bir nevi arafta, arada kalmışlık hissi, harekete geçememe, karar verememe ve mükemmeliyetçilik üçgeni içinde dönüp durmak... Ve yalnızlık! Kimi zaman seçilmiş, kimi zaman seçilmemiş ancak zorunlu bir yalnızlık. İnsanlardan (kalpler kırık çünkü), getirdiklerinden, acı veya huzursuz eden deneyimlerden... Kime sorsanız, inzivaya çekilmek istiyor. Haksızlar mı? Kendim de bir süre kaçmış, çok uzaklara gitmiş bir insan olarak anlayabiliyorum. Şunu da hem yaş almakla hem de yaşanmışlıklarla gelen tecrübeyle biliyorum ki istersen dünyanın öbür ucuna git, istersen araya okyanusları koy; götürdüğün kalp, senin kalbin. Sen yaralarını sarıp, şifalanma yoluna girmedikçe tamamıyla çözülmüyor. Sessizlik, uzakta olmak elbette işe yarıyor ancak zamanı gelince yüzleşmek ve karşısına dikilmek gerekiyor. Yoksa odanın ortasındaki devasa fili görmezden gelerek geçip gidiyor şu hayat denilen yolculuk.
Sistem seni bırakmıyor bir kere. Yüzleşmediğinde yüzleştiriyor. Çöz artık şunu diyor. Bak, bu sırtındaki yükle geçemiyorsun artık o iğnenin deliğinden. Çıkılmıyor o dik yokuşlar, nefessiz kalıyorsun.
Kişi, kimi zaman kafasını duvara toslaya toslaya (hele benim gibi zoru sevenlerdenseniz, şükürler olsun ki dönüştürebildim zamanla) öğreniyor. Tam anlamıyla idrak edebilmek zaman alıyor ancak çarpışmanın o ilk anı çok değerli. Hele kendinle kalıp, kendi iç mağarana çekilip, sorgulamaya, “Madem dışarıda hiçbir şey var, o zaman benim katkım nedir bu olanlarda? Şimdiye kadar hep dışarıyı, başkalarını suçladım; peki ben neleri yanlış yaptım? Artık yoluma hizmet etmeyen, beni ağırlaştıran, kısıtlayan neleri bırakabilirim, hangi alışkanlıklarımı değiştirebilirim?” sorularını kendine sormaya başladığında, şifalanma yoluna çıkmış oluyor. Hoş geldi, yolu açık olsun.
Kendimize dönmeden bir parantez açmak istiyorum. Dünyamızda sıkıntılar hep oldu ve olacak. Hayatlarımızda da... Burası, Dünya Tekamül Okulu. İnsan denilen varlığın imtihan yeri. Bir kendi tekamülümdeki derslerimden sorumluyum, bir de dünyamda şahit olduklarım var.
O zaman bu düzende benim elimden ne geliyor? Hem kendim hem de dünyam için! Kontrol edemeyeceklerim için kendimi hırpalamak yerine belki önce kendimden, sonra da çevremden başlayarak katkı sağlayabilirim.

İşte burada kritik bir nokta var. Önce sen iyi ol, sen dengede ol ki dünyana yararlı olabilesin. Kendinden kaçan, sürekli dışarıya odaklanan, başkalarının işini, hayatını iş edinen ya da gereksiz tavizlerle kendi gerçek ihtiyaçlarını “fedakarlık” adı altında görmezden gelen çok ruh var. Acı çekiyorlar. Arabanın motoru su kaynatmış, tek tekerlek patlak yol almaya çalışıyor. Bir yerden sonra da alamıyor. Ya işiyle, ya sevdiğiyle ya da hastalıkla sınanıyor. Aslında şifayı kapıyor. Eskiler bilirler, “şifayı kapmak” çok şükür şifa buldu demektir. Bir nevi uyarılıyorsun. Dur. Nefes al. Dön ve yoluna bir bak. Gaza bastın gidiyorsun.
Sayın Kemal Sayar ne de güzel söylemiş: “Hayat, güzellik peşinde bir yolculuk. Onu bulmak istiyorsan, gittiğin yere götürmelisin. Güzelliği arıyorsan, önce sen güzel ol.”
Şu hadis-i şerifi de çok severim: “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzeli sever.”
Öyleyse gelin, kendimizin en iyi, en güzel versiyonu olabilmeye odaklanalım...
- En son gerçekten neleri sil baştan öğrenmeye, neleri deneyimlemeye hatta hayatınızda neleri değiştirmeye odaklandınız?
- Size yarar sağlamayan bir alışkanlığınızı değiştirmek ve yerine daha yararlı bir alışkanlık koymak adına, en son ne zaman bu iradeyi gösterdiniz?
- Ve en önemlisi ne zaman harekete geçtiniz? Ya da hiç geçmediniz mi? Niyetler ve dilekler defterinde mi kaldı?
- Başkalarına bakıp hayıflanmak yerine, ben kendim için ne yapabilirim şu hayatta diye en son ne zaman sordunuz?
- Halen kendinizi, o biricik, size özel yolunuzu başkalarıyla kıyaslıyor musunuz?
- Onun, bunun parası, malı, mülkü, gezdiği yerler, eşi, sevgilisi, çocuğu, başarıları hiç bitmez. Çünkü bir yerlerde her zaman üreten, harekete geçen, başarısız da olsa, düşse bile kalkan birileri mutlaka var ve olacaktır.
Çok sevdiğim bir kişisel gelişim kitabı var: James Clear-Atomik Alışkanlıklar. Yıllar önce okuduğum, beni çok etkileyen ve kendime bir yön çizmeme yardımcı olan, Charles Duhigg tarafından kaleme alınmış “Alışkanlıkların Gücü” kitabının yolundan gidiyor.
Kitabın yazarı James Clear’e göre, başarısının arkasında yatan şey potansiyelini ortaya çıkaran küçük iyileştirmeler yapmasıydı.
Başlangıçta küçük ve önemsiz görülen değişiklikler, onlara yıllarca sadık kalmanız durumunda bir araya gelerek hatırı sayılır sonuçlar yaratıyordu.
İlham veren bu bilgilerin ışığında, yıllar önce kendime bir soru sordum. Ben nasıl bir insan olmak istiyorum? Basit bir soru gibi dursa da cevabını hemen veremeyebilirsiniz. Ben de günlerce tefekkür ettim. Acele etmeyin, üzerinde tefekkür edin. Sevdikleriniz, sevmedikleriniz, hayalleriniz (unutulmuş, nadasa bırakılmış, yarım kalmış), yetenekleriniz, konfor alanlarınız, bırakamadıklarınız, rahatsız olduğunuz alanlarınız... Bir liste yapın.

Kendimden örnek vereyim. Ben bu soruya şöyle cevap verdim ve bu yönde yavaş yavaş adımlar atmaya başladım. Hala da yoldayım! “Ben Pınar; sağlıklı, dengede (ruh-beden-zihin), Rabbimin benden razı olduğu bir kul, Allah’ın ilmine talip (Rabbi zidna ilma) yazar, eğitmen, konuşmacı olmak istiyorum.”
İstemek güzel ancak sonraki aşamaya geçmezse Cem Yılmaz’ın da dediği gibi markette nişastanın yanında satılan Secret kitabında anlatılana döner. Kitaba kötü demiyorum ancak naçizane görüşüm, konu eksik anlatılmıştır.
Kişi sabahtan akşama kadar hayal eder, ister, sayılarla kodlar, buzdolabının üzerine resimler asar, paylaşımların altına evet, evet, evet yazar. Hepsi güzel. Peki, çaba gösteriyor mu? İstemek, dilektir. Niyet haline gelebilmesi için yolunun sorumluluğunu alması gerekir. Yoluna, hedefine emek vermiyor, kendinden başlayarak bir şeyleri değiştirme gayretine girmiyor, o teri akıtmıyor. Hele üstüne sürekli şikayet, sürekli olmayana odaklanma, vesvese ve kaygılar içinde ise nasıl olacak? O değişim gökten, sihirli bir değnekle mi inecek?
Kendinizi şifalandırma, kendinizden razı olduğunuz versiyonunuza gelebilme yolunda bir yol haritası çizin lütfen. Bir değil, birkaç tane defteriniz olsun. Uzun, orta, kısa vadeli hedeflerinizi, hayallerinizi yazdığınız defterler... Mutlaka ve mutlaka günlük yapacaklarınızı yazacağınız bir defteriniz de olsun. Yazmak, notlar almak hem belirli bir disiplin kazanmak hem de unutmamak adına çok değerlidir.
Gün içinde faydalı ya da faydasız birçok bilgiye maruz kalıyoruz. Bu kadar bilgiyi özümseyecek beyin kapasitesine sahip değiliz. Sosyal medya ve telefonlarımız sağolsun, artık bedenimizin bir uzantısı gibi oldu. Bu nedenledir ki çocuklar başta olmak üzere birçoğumuz dikkat eksikliğinden muzdaribiz. Video izleme süresinin 10 saniyeden, üç-beş saniyeye kadar düştüğü belirtiliyor.
Söz büyü ise yazmak mühürdür derler. Bu nedenle yazın. Çünkü unutuyoruz. Çünkü havada kalıyor.
Gününüzü (evden çalışıyor ya da çalışmıyor olsanız bile) planlayın. Yapılması gerekenleri saatine kadar yazın. Örneğin; yürüyüşe mi çıkacaksınız? Nefes mi çalışacaksınız? Spora mı gideceksiniz? Bir rapor mu teslim edeceksiniz? Saatlerini yazın. Enteresan bir şekilde zihniniz sizi saat yaklaştıkça uyarmaya başlıyor. Hadi kalk, saat altıya geliyor, yürüyüşe çıkma vakti...
Yolun rotasını çizdim. Peki sonra?
Çizdiğim yolun sorumluluğunu almak ve bu yönde harekete geçmek ikinci adımım olmalı.
Ben işe, ilk olarak küçük gibi görünen ancak yaşam kalitemi etkileyen önemli alışkanlıklarımı değiştirerek başladım. Uyku, beslenme, sağlık (kan ve vitamin değerlerime kadar baktırdım; kanın temizlenmesi için hacamatı da tavsiye ediyorum), hareket, hangi duygu iniş çıkışlarım beni dengesizleştiriyor, hangi kemikleşmiş duygusal-tepkisel yönümü iyileştirebilirim (örneğin, celal-cemal dengesi) ve ibadet. Yani Yüce Rabbimle olan muhabbetim. Düzensiz, istikrarsız ibadetten düzenli ve istikrarlı ibadete geçiş. Manevi benliğime emek vermek, bana anlatılandan, ezberden çıkıp, okuyup, araştırmak (ikra-oku ve aklet denilmiş bizlere), kalbimin merkezine onu koymak, endişe ve kaygılarımdan kurtulmama vesile oldu. Bir sonraki adım ise hayalim için her gün kendi toprağıma ektiğim tohumlarımı sulamaktı. Her gün okudum, yazdım (çocukluktan beri yazıyorum aslında), eğitimler aldım. Zamanında topluluk önünde konuşabilir miyim derken; kendimi bir anda Los Angeles’ta, tanıttığım filmin galasında 1000 kişinin önünde sahnede konuşurken buldum. Hem de İngilizce! Oysa farkına varmadan o güne kendimi hazırlamıştım. Diksiyonum daha güzel olsun diye her gün kitaplarımın 10 sayfasını sesli okudum (Türkçe, İngilizce, Fransızca).
TEDx konuşmalarını dinledim. Kendilerine verilen o kısa sürede bir konuyu nasıl toparladıklarını, dinleyicinin dikkatini nasıl kendilerinde tuttuklarını not aldım. Her gün yazdım. Her gün okudum. Her gün dinledim. Bitti mi? Hayır.

Talep eden talebenin öğrenme aşkı biter mi? Bitmemeli.
Şifalanma-dönüşme yolunda çeldirici, dikkatini dağıtacak olan çok olacaktır. Çok sevdiğim podcast sunucusu, yazar Mel Robbins’in “5 Saniye Kuralı” podcast’ini ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Hemen uygulamaya geçtim. Yürüyüşe mi çıkacağım, e-posta mı atacağım, yazı mı teslim edeceğim, istemediğim bir telefon görüşmesi mi yapacağım?
Not defterimde gözüme çarptığı an başlıyordum geri saymaya. Beş, dört, üç, iki, bir... Bir dediğim an eşofmanımı giyiyor, yazımın başına oturuyor, o telefonu elime alıyordum. Ertelemeyi bırakmam da çok yardımcı oldu. Küçük küçük biriken bu işler zamanla hem gözümde büyüyor hem de kendimde bir başarısızlık, iradesizlik duygusu yaratıyordu.
İbn-i Haldun der ki: “İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur.” Romalı tarihçi Gaius Suetonius ise “Tilki, derisinden vazgeçer de alışkanlıklarından vazgeçmez” demiştir.
Öyle doğrudur ki!
İşte, şifalanmanın bir yolu da bu alışkanlıklarını kırma cesaretini gösterebilmektir. Ayağa kalkıp, kıyam ederek kendi yaşamının sorumluluğunu eline almaktır. Kendi kıyametini yaşamaktır bazen. Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmaktır. Ölmeden önce ölebilmektir.
Bu yola çıkınca hep pozitif olacağım, sürekli çok iyi hissedeceğim yanılgısına düşebilir insan. Oysa bu yüzleşmeler can acıtır, korkutur, kendi içindeki (kendi Kabe’ndeki) putlarını kırmak kolay değildir. O dar kalıplardan, zihninin matriksinden, kendi hapishanenden çıkmak! Ancak imkansız da değildir.
Tıpkı, Paul Gauguin’in dediği gibi: “Görmek için gözlerimi kapatırım.”
Gözlerini kapatmaya hazır mısın?
Bilinçaltı perdesini kaldırıp, yargılarını kenara koyup, kalp gözüyle görebilmeye?
Yukarıda saydığım değişim-dönüşüm yoluna girmeden önce bize artık hizmet etmeyen alışkanlıklarımızı ve temelinde yatan duygusal kayıtlarımızı irdelememiz gerekiyor.
Biz bilinç seviyesinde alışkanlığımızı değiştirme kararını alırız. İrademizi kullanarak, fayda vermeyen alışkanlığımızı aslına dönüştürebiliriz. Bu bir süre işe yarayabilir. Ancak o alışkanlık bilinçaltı düzeyinden geldiği, fark etmeden otomatik olarak yaptığımız için bir süre sonra başa dönebiliriz. Bu iyi niyetli çabaların birçoğu kısa süreli olup, kişide “Ben zaten yapamıyorum, iradem zayıf” hissiyatını yaratıyor. Oysa bana hizmet etmeyen alışkanlığımla ilgili bilinçaltımdaki kayıt olumluysa, ben dilediğim kadar değiştirmek istiyorum diyeyim, bir yerde takılması büyük bir olasılıktır. Boşuna, “Can çıkar, huy çıkmaz” dememiş atalarımız.
Bu konuda bir uzmandan destek alabilir, oto-telkin veya size uyan bir yöntemi öğrenebilir, deneyebilirsiniz.
Burada bir dipnot açayım: Herkese iyi gelen bir öğreti, şifa size iyi gelmeyebilir. Herkesin bayıldığı bir kitabı hiç beğenmeyebilirsiniz ya da o filmi izlemek içinizden gelmez. Herkesin çok sevdiği o insan sizi iter. Çünkü enerjinizle rezone etmez. O an size gerekli olan o değildir. İşte bu nedenle yargılamayın güzel ruhunuzu.
Uymadıysa, bir beden küçük ya da büyük geldiyse bir nedeni var. O kaptan akmadıysa, çevresinden dolaştıysa bir nedeni var. Sorgulayın ancak kendinizi acımasızca yargılamayın. Kendini sevebilmenin olmazsa olmazlarından biridir kendini yargılamamak. Sorgula evet ancak kesip, biçme o güzel canını. Bu yol, bazen tek başına bazen kalabalıkla alınır. Yalnız kaldığınızda panik olmayın. Hiçbir zaman yalnız değilsiniz, yalnız bırakılmadınız. Hiçbir zaman size gönderilen, sizin kaldıramayacağınız sıkıntı olmaz. Asıl sıkıntıyla merteben genişler der üstatlar, doğrudur. Yüce Rabbim, aşamayacağın hiçbir sıkıntıyı sana vermez denir, ki bunun en güzel yazılı örneği, Bakara suresi, 286. ayette geçer: “Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden öte yük yüklemez.”
An’da taşıyıp, kaldırıp, yol olabileceğinizdir.
Uyum sağlamanız için gerekli zaman ve destek her zaman size verilir. Unutmayın, bu aynı zamanda sizin seçiminiz. Süreci ve işleyişini sizler etkiliyorsunuz. Kader kontratınızı değil, vereceğiniz tepkiyle tekamülünüzü ve yolunuzu belirliyorsunuz.
Cüz-i iradenizle seçtiğiniz size gösteriliyor, yaşattırılıyor. Kimi zaman almanız gereken ders için kendiniz seçiyorsunuz, kimi zaman da inatçılığınızla direnerek ısrarla o gerçekliği görmek istiyorsunuz.
Yaşadığımız zorluklar, değişimler, rahatsızlıklar, ayrılıklar, çatışmalar, keder ve hüzünler, durup kalkmalar, büyüme ve değişime giden yollardır. Bizler, hem kendimizi şifalandırma hem de Allah’ın bizden razı olduğu bir kul olma yoluna girdiysek eğer; artık 100 metre değil, maraton koştuğumuzu bilmeliyiz. Son nefesimize kadar bir ömürlük yoldayız.
İns-an olmak, ins’ten an’a gelmek acı çekmekle, nefsinin zayıf ve güçsüz yönleriyle, karanlığınla yüzleşmek demektir.
Karanlık olmadan ışık yok, üzüntü olmadan sevinç yok. Hata yapmadan dersi öğrenmek yok, kirlenmeden arınmak yok. Tüm duyguları deneyimlemezsek, tekamülümüz için bir temelimiz olmaz.
Bunu okuyan can, sana bilinçli seçimlerinle hayırdan hayra kolaylıkla bir yolculuk diliyorum. Yolun, seyr-i sülüğün çok değerli. Her an’ı bu gayreti, emeği hak ediyor.
Kendini olduğu gibi şefkatle kabul edip, sorgulayarak gelişenlerle, büyüyenlerle...
Aşk ile bu da geçer ya hû...


