Bmag Logo

Yedi tepe, yedi Koku: "Kadınlar üretirse şehirler güzel kokar"
Genel
7 dk okuma

Oluşturma Tarihi: 02.10.2025

Güncelleme Tarihi: 18.11.2025

HELLO!

Yedi tepe, yedi Koku: "Kadınlar üretirse şehirler güzel kokar"

Ünlü moda tasarımcısı Neslişah Yılmaz ile uzman eczacı ve aromaterapist Hülya Kayhan’ın iş birliğinde hayata geçen bu proje, şehri kokularla anlatan ve modayı bir iyileştirme aracına dönüştüren sıra dışı bir deneyim sunuyor.

İstanbul’un yedi tepesinden ilhamla oluşturulan yedi şifalı koku, Neslişah Yılmaz’ın zarif estetik vizyonuyla fular ve eşarplara dönüştü. Kayhan’ın aromaterapik bilgi birikimi, bu koleksiyonun ruhuna şifa katarken, her bir parça İstanbul’un farklı bir yüzünü temsil ediyor. “Kadınlar üretirse şehirler güzel kokar. Kadınlar birleşirse toplumlar yönünü şifaya döner” diyor iki başarılı girişimci kadın.

Bu koleksiyonun ilham kaynağı olan “İstanbul’un yedi tepesi” fikri nasıl tasarıma dönüştü? Şehirle kişisel bağınızı bu koleksiyonda nasıl hissettirdiniz?

Neslişah Yılmaz: Ben İstanbul’da doğmadım; üniversite için bu şehre geldiğimde aslında hayatımın en önemli yolculuğu başlamış oldu. İstanbul, bana ilk andan itibaren sadece bir şehir değil; bir ruh, bir derinlik, birçok katmanlılık hissi verdi. Farklı kültürlerin, farklı inançların, Doğu ve Batı’nın aynı anda var olabilmesi beni büyüledi. ‘Yedi tepe’ fikri de işte bu çok katmanlı kimliğin en güçlü sembolüydü. Koleksiyonumda her tepeyi farklı bir his üzerinden tasarladım: Judas ağacının erguvan rengi, Boğaz’ın serin mavisi, eski İstanbul binalarının taş tonları… Ama bu defa yalnızca görsellikle yetinmedim. İstanbul’u kokularıyla da tasarımlara taşımak istedim. Hülya Hanım’ın hazırlamış olduğu aromaterapik kokuları ben nanoteknolojiyle kumaşa entegre ettim. Böylece kadınlar bu koleksiyondan bir eşarp taktıklarında sadece bir desen değil, aynı zamanda İstanbul’un kokularını da üzerlerinde taşıyor olacaklar. Bu, benim için İstanbul’un bana verdiği ilhamı en bütünsel şekilde anlatabilmenin yolu oldu.

Kokuların şifalandırıcı gücü yüzyıllardır biliniyor. Siz bu koleksiyonda İstanbul’un ruhunu hangi aromaterapik notalarla ve hangi şifalarla buluşturdunuz?

Hülya Kayhan: İstanbul’un yüzyıllardır kendine ait, kendine has kokuları olduğu bilinir. Bu kokular hem tarih boyunca şehirde yaşayan insanlarla hem de bizzat şehrin kendisiyle özdeşleşmiştir. Sümbül, amber, zambak ve gül gibi kokular, İstanbul’un en bilinen, en karakteristik kokuları arasındadır. İstanbul’un doğasından çiçek özlerini kullanmaya özen gösterirken, aynı zamanda ağaçların odunsu kokularını da destekleyen notalara yer verdik. Bu seride özellikle sedir kokusunu da ön plana çıkardık. Ve deniz teması da bizim için çok önemliydi. Yosun ve tuzun kokusu, yani tuzlu su esintisi de bu seride mutlaka yerini almalıydı.

Eşarplar ve fularlar aynı zamanda bir moda manifestosu gibi. Bu tasarımlar, kadınların gündelik yaşamında nasıl bir ruh hali yaratmak için kurgulandı?

N. Yılmaz: Eşarplar ve fularlar benim için sadece aksesuar değil; kadının ruh haline, enerjisine ve özgüvenine dokunan parçalar. Bu koleksiyonda en farklı olan kısım, onların aromaterapi ile infused edilmesi. Benim geliştirdiğim nanoteknoloji sayesinde Hülya Hanım’ın hazırladığı kokular kumaşın liflerine yerleştirildi. Kadın hareket ettikçe İstanbul’un kokuları gün boyu onunla beraber dolaşıyor. Bir kadın sabah işe giderken eşarbını boynuna taktığında; judas ağacının çiçek kokusu ona enerji verirken, Boğaz’ın serin esintisini hatırlatan notalar huzur veriyor. Gün içinde hem şıklık hissediyor hem de ruhunu destekleyen, iyileştiren bir deneyim yaşıyor. Yani bu eşarplar sadece bir moda manifestosu değil; kadının ruhunu besleyen, ona güç veren bir yol arkadaşı. Benim hayalim, bu tasarımların kadınların gündelik yaşamına küçük ama derin bir dokunuş yapmasıydı.

Nanoteknoloji ile entegre edilen organik aromaterapik ve postbiyotik kokular büyük bir yenilik. Bu teknoloji kullanıcıların ruh hali ve bedeni üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

H. Kayhan: Uçucu yağların tekstile entegre edilmesi, enkapsülasyon yöntemiyle uzun süredir uygulanıyor. Ancak bu yöntem yaygın kullanılamadı. Çünkü teknolojisi pahalı ve taşıması zordu. Taşınma sırasında kapsüller kırılarak, kokunun ve etken maddenin etkisini kaybetmesine neden oluyordu. Dolayısıyla sürdürülebilirliği sağlayacak farklı teknik arayışlarıyla apreleme öne çıktı.

Biz çalışmalarımızı postbiyotikler üzerine yoğunlaştırdık ve doğadaki kokuların asıl sorumluları yani bakterilerle çalıştık. Postbiyotikler, bakterilerin ürettiği kokulardır. Örneğin tereyağının karakteristik kokusu postbiyotiklerden gelir. Özetle koku bakteriden gelir. Dokuma sürecinde kumaşa derinlemesine nüfuz eden postbiyotiklerle kumaştaki kokuyu kalıcı yaparız. Kumaşı sadece kokulandırmaz aynı zamanda uzun süreli koruruz. Güve yemesi, yıpranması, aşınması gibi durumlara karşı koyarız.

Postbiyotiklerle zenginleştirilmiş tekstiller bu yönüyle dayanıklılık sağlar. Kokulu tekstillerimiz hoş bir his yaratırken, duygular üzerinde de olumlu etkiler sağlayarak psikolojik iyileşmeyi destekleyicidir. Postbiyotik tekstiller ayrıca ciltle temas ettiğinde vücudun kendi mikrobiyotasında iyileşme desteği sunar. Postbiyotik kumaşların gelecekte atopik dermatit, alerji, kızarıklık, kaşıntı gibi birçok cilt probleminde çözüm sunacağına inanıyoruz.

Barrus markası yıllardır uluslararası moda sahnesinde güçlü bir duruş sergiliyor. Bu defilede markanızın DNA’sı ile bu iş birliğinin yenilikçi ruhunu nasıl bir araya getirdiniz?

N. Yılmaz: Barrus’un DNA’sında her zaman Doğu ile Batı’nın birleşimi oldu. Couture’ün zarafetini modern hayatın dinamizmiyle birleştiren bir çizgi geliştirdim. Bu defilede ise bu çizgiye bambaşka bir boyut kazandırdık. Çünkü ilk kez bilim, teknoloji ve şifayı aynı anda couture’ün içine taşıdık. Hülya Hanım’ın hazırladığı İstanbul’un şifalı kokuları, nanoteknolojiyle kumaşların içine yerleştirildi. Yani Barrus’un zarif siluetleri ve İstanbul’un ruhu, bilimin yenilikçi gücüyle birleşti. Bu, sadece bir moda defilesi değil; çok duyulu bir deneyim olacak. Misafirler sadece giysileri görmeyecek; aynı zamanda İstanbul’un kokularını soluyacak, onun ruhunu hissedecek. Barrus’un DNA’sına sadık kalarak onu daha yenilikçi, daha vizyoner bir noktaya taşıdığımızı düşünüyorum.

“Kokuyla şehirleri anlatmak” çok şiirsel bir yaklaşım. Sizce bu koleksiyonun kokuları, Londra’daki modaseverlere İstanbul’u nasıl hissettirecek?

H. Kayhan: Şiirsel temaya, hissiyatı yüksek bir alan olduğundan önem veriyoruz. Kendi markamla kurduğum bağ, ‘Yağların Sanatı’ da bu şiirselliği taşıyor. Yağları kokladığımızda hayatın hızlı temposundan bir nebze olsun uzaklaşarak huzura, keyfe, rahatlığa ve iyi hissetmeye geçiş yapıyoruz. Kokuların şehirlere ruh ve karakter kattığına inanıyorum. Osmanlı döneminde gül, sandal, portakal çiçeği gibi kokular çokça kullanılırdı. Bazen 100 yıl öncesinin ruhunu bir fotoğrafta ya da bir kokunun içinde yaşayabiliyoruz. Biz, eski fotoğraflara bakar gibi iyi hissettirecek kokuları hedefledik. İstanbul’un kültürel tarihini, dingin ve zengin ruhunu merak ettirmek istedik. Londra’da yaşayan ve İstanbul’a hiç gelmemiş birinin bu kokularla şehrimize karşı arzu duymasını, bu merakla İstanbul’a ulaşmasını hayal ettik. Koklandıkça İstanbul’la aidiyet kurulmasını, geçmişe dair özlemlerin giderilmesini, hafızanın derinliklerinden en iyi anıların canlanmasını istedik. İstanbul’un, zihinde bir imgeye dönüşerek koklandığında kişide iyi hisler uyandırmasını ve varsa önyargıların da kırılmasını amaçladık.

Bu iş birliğiyle birlikte, “Moda bir iyileştirme aracı olabilir” diyorsunuz. Sizce moda ile şifa arasındaki ilişki nasıl tanımlanmalı?

N. Yılmaz: Ben modayı hiçbir zaman sadece kıyafet üretmek olarak görmedim. Moda, kadının kendini ifade etme, özgüven kazanma ve hayatına anlam katma yoludur. Bu koleksiyonla birlikte modayı aynı zamanda bir iyileştirme aracı olarak da konumlandırdım. Çünkü moda kadının ruhuna dokunduğunda, onu iyileştirme gücü de vardır. Aromaterapi-infused eşarplar bunun en somut örneği. Bir kadın eşarbını taktığında sadece şık görünmekle kalmıyor, aynı zamanda Hülya Hanım’ın hazırladığı kokular sayesinde gün boyu enerjile kazanıyor, rahatlıyor, huzur buluyor. Moda böylece bedeni giydirmenin ötesinde, ruhu da besleyen bir şifa aracına dönüşüyor. Benim için moda ve şifa birbirinden ayrı kavramlar değil; birleştiğinde kadına daha bütünsel bir güç veren iki tamamlayıcı unsur.

Bir kadın girişimci ve bilim insanı olarak bu projeye katkınız aynı zamanda kadın gücünü temsil ediyor. Bu bağlamda koleksiyonun mesajını siz nasıl okuyorsunuz?

H. Kayhan: Bilim insanı bir kadın olmak, çok fazla çaba ve emek gerektirir. Hakkınızın peşine daha kararlı gitmeniz, kendinizi daha çok ortaya koymanız gerekir. Koleksiyonun altında yatan mesaj da tam olarak bu: Kadınların duygularını, hissiyatını ve maneviyatını ön plana alarak, kalıcı ve iyi hissettiren işler üretmesi. Kadınlığın doğasında zaten bir üretim, yaratım, şifa ve ışık taşıma hali var. Dişiliği ile şefkatli, sezgisel ve derin bir bağ kuruyor. Modern kadının artık sadece dişil enerjisiyle değil; aynı zamanda eril yönüyle de karar veren, adım atan, hedef koyan güçte olduğunu görüyoruz. Kadın girişimcilerin bu anlamda özel yeteneği olduğuna inanıyorum: Hem dişil hem eril enerjiyi dengede tutabilmek mühimdir. Eril enerji; netlik, ileri görüş, kararlılık ve aksiyonu temsil ettiğinden iş dünyasında hayati önem taşır. Dengeyi kuran kadınlar, karar alma süreçlerinde çok daha cesur, net ve yönünü bilen bireyler olarak öne çıkıyor. Koleksiyonumuzda yalnızca duyulara hitap etmeyi değil, aynı zamanda bu karar alma gücünü, netliği ve zihinsel açıklığı da desteklemeyi hedefledik. Kokular, kadının iç yolculuğuna eşlik ederken ona odak, cesaret ve berraklık sunabiliyor. Çünkü doğru kokularla hafızayı güçlendirerek, odaklanmayı artırabiliyoruz. Bu yüzden aromaterapiyi, tüm kadın girişimcilerin iş yaşamında güçlü ve dimdik durabilmeleri için mutlaka öneriyorum.

Londra Moda Haftası, Neslişah Yılmaz’ın defalarca sahne aldığı ama her seferinde yeni bir hikayeyle döndüğü bir yer. Bu defilenin sizin kariyer yolculuğunuzda nasıl bir anlamı var?

N. Yılmaz: Londra Moda Haftası benim için yıllardır uluslararası arenada var olduğum, markamı anlattığım en önemli platform. Ancak bu defile farklı bir yere sahip. Çünkü bu defa sadece bir koleksiyon göstermeyeceğiz; İstanbul’un kokularını, renklerini ve ruhunu Londra’ya taşıyoruz. Benim kariyer yolculuğumda bu defile bir dönüm noktası olacak. Artık sadece bir tasarımcı değil; aynı zamanda bilimi, teknolojiyi ve sanatı bir araya getiren bir vizyoner olarak oradayım. Aromaterapi-infused eşarplar ilk kez Londra Moda Haftası’nda tanıtılacak ve bu yenilik şimdiden büyük bir heyecan yarattı. Hem kişisel olarak gurur duyduğum hem de Barrus’un geleceği için yepyeni bir kapı açtığını düşündüğüm bir deneyim oldu. Bu defile benim için bir hikayenin sonu değil, aslında çok daha büyük bir yolculuğun başlangıcı.

© 2025 bmag - Tüm hakları saklıdır.

Iyzico ile ÖdeIyzico Logo




HomeMagazinesB SeriesB RollUser